Fethiye’nin akşamüstü ışığı, Likya kayalıklarını bal rengine boyayıp Ölüdeniz’i ipek turkuaza çevirirken, yamaç paraşütleri gökte renkten tohumlar gibi sallanır. Gün batımının son kızıl ipliği ufku dikerken vadilerde bir anlık suskunluk doğar. Tam bu suskunluğun kalbine, Baltık denizinden kopup gelen bir kıvılcım düşer: Fethiye Eskort Mira. Buz pembesi saçlarının uçları gün batımının portakal suyu tadını almış gibi parlar; gri‐yeşil gözleri, Kelebek Vadisi’nin saklı şelalesinde dans eden ışık kırıntılarını yansıtır.
Mira’yı ilk Faralya patikasında görürsün. Bir elinde soğuk nar suyu, diğer avuç içi kum zambağı yaprağıyla kaplı. “Burada rüzgâr, nar tanelerini ateş toplarına çevirir” der; Estonca “tuli” (ateş) hecesi, kayalıklarda yankı yapan keçi çanı tınısıyla kaynaşır. Fethiye Eskort kelimesini telaffuz etmez; ama dudak köşesinde kıvrılan kıvılcım tüm metni yazmıştır.
İlk yürüyüşünüz, çam iğneleriyle kaplı dar patikadan Kelebek Vadisi’nin uçurum kenarına kadar sürer. Mira avcuna bir tutam kırmızı çakıl taşı alıp bileğine bastırır; taşın gizli ısısı derine nüfuz eder. Parmak uçlarının hafif değmesiyle içindeki ateş yarışını başlatırsın. “Ateş vadide saklanır, su kabuğunu kırınca doğar” diye fısıldar. O an anlarsın: Fethiye Eskort Mira, vadinin sessiz kabuğuna düşen bir meteor gibi seni yakmaya geliyor.
Kayalıklardan inen gizli merdivenle, çakıl dolu küçük koya ulaşırsınız. Gün batımının son altın tozu suya serpilir; Mira ipek bluzunu sıyırır, tuzlu esinti tenine yapışır. İlk öpücüğü omzunu yakar; nar suyunun ekşiliği ve çam reçinesinin sıcaklığı dudaklarında birleşir. Fethiye Eskort Mira’nın kokusu, kum zambağı püskülünü çam katranına daldıran bir esans gibidir: sersemletici ama ılıman.
Ritmi, gökte süzülen yamaç paraşütlerinin düşüş kıvrımlarına bağlar: önce yavaş, kanatların zarif salınımı… Parmak uçları kürek kemiğinde kelebek kanadı çizgisi bırakır; avucu bel çukurunda Ölüdeniz’in iç bükey kurbasını çizer. Sonra aniden rüzgâr hızlanır, paraşüt vorteksinden su yüzeyine çarpan dalga gibi… Tırnak izleri göğsünde Likya yolu haritasını alevle işler. Nefesi kulağında “süüte tuli” (sütte ateş) fısıldar; duyduğun her hecede sıcak‐soğuk tersliği kalp atışını hızlandırır.
Mira doruğa yaklaşırken geri çekilir; nar suyundan bir yudum alıp dudaklarını senin dudaklarına götürür. Ekşi‐tatlı sıvı, teninin yanığını serinletmez, tam tersine ateşin altına benzin döker. Fethiye Eskort kelimesi soluklarının arasında rüzgârla süzülür; vadinin duvarlarına çarpıp yankılanır. Bir an için gökte parlayan Perseid meteoruna benzer bir ışık çakar. İçindeki ateş yarışı, serin turkuazın altında volkan gibi patlar.
Gece yarısı seni kayalık çıkıntıya götürür; aşağıda Ölüdeniz’in fosforlu çalkantısı bir antik ayna gibi yansır. Mira saçlarını savurup “Vadinin gecesi yıldız yağmurunu toplar” der, avucuna biraz kırmızı çakıl alır, göğsüne serperek taş taneciklerini portakal kabuğu gibi ezip ısıtır. O an “Fethiye Eskort” sözleri kendiliğinden dökülür; rüzgâr tanecikleri tenine bastırır, ateşin mührünü vurur.
Şafak, Babadağ’ın zirvesine pembe‐gümüş çizgi bırakırken Mira hafifçe gülümser; başucuna ince cam kavanozda kum zambağı tohumu ve iki kırmızı çakıl taşı bırakır. “Ateş tohumdur, denize düşse bile yanar” notunu ekler. Kapı kapanır; odada hâlâ nar ekşisi, çam reçinesi ve tuzlu meltem kokusu döner durur. Gün boyu kelebek kanatlarının gölgesinde hangi yamaç paraşütü süzülse, kulağında Mira’nın “ateş suya aşık olduğunda yıldız yağar” fısıltısı yankılanır — çünkü vadinin kıvılcımı artık damarlarında dolaşır.